top of page
Yazarın fotoğrafıUğur Öz

Büyük Sessizlik

Bildiğimiz kadarıyla evrendeki en karmaşık nesne insan beynidir. Bu 86 milyar nöron bize asırlar boyunca gezegenimizi dönüştürebilme gücünü sağladı. Peki doğanın elinden gelenin en iyisi bu mu? Bilim insanları yaptıkları gözlem ve hesaplamalar ile kâinatta trilyonlarca yaşanabilir gezegen olabileceğini düşünüyor. Bu, İnsan beyninin başka bir şey tarafından gölgede bırakılabileceği trilyonlarca ihtimal demektir.



Zeki yaşam arayışı, sadece bilimsel bir meraktan çok daha fazlasıdır. Bizden daha büyük bir şeyle bağlanma arzumuz tarafından yönlendirilmektedir. Dünya dışı bir uygarlık bulmak sadece yalnız olmadığımızı ortaya çıkarmaz, türümüz için yepyeni bir evrimsel rota da çizebilir. Evrenin kadim sakinleri bizim bilmediğimiz neyi biliyorlar? Onlarla nasıl bağlantıya geçebiliriz? Bunu ilk kez bugünlerde merak etmiyoruz. 1820 yılında Alman matematikçi Carl Friedrich Gauss Ay’da yaşayan akıllı varlıklara burada olduğumuzu gösterebilmek için Sibirya tundrasına çok büyük geometrik şekiller çizmeyi önerdi. 1909 yılında Amerikalı gökbilimci William Henry Pickering Mars’a sinyal göndermek devasa aynalar yapma düşüncesini öne sürdü. Bu aynalar, güneş ışığını Mars'a geri yansıtacaktı. Sinyaller üç ila dört ay sürecek ve birkaç yıl boyunca tekrarlanacaktı. Fakat akıl almaz büyüklükteki uzay okyanusu boyunca bir sinyal yollamak istiyorsanız yere şekiller çizmenin veya güneş ışığını geri yansıtmanın size çok yardımı olmaz. Mesajınızı yollayabilmek için görmenizin mümkün olmadığı ışık formlarını kullanmak daha mantıklı olabilir. Radyo dalgaları çok uzak mesafelere bilgi taşımak için idealdir, çünkü diğer ışık formlarına nazaran, yıldızlararası gazlarda ve tozlarda daha serbest bir biçimde seyahat edebilirler. Bu yüzden SETI (Dünya Dışı Zeki Yaşam Araştırması) uzay boşluğuna bilinçli veya bilinçsiz olarak yayınlanmış olan radyo sinyallerini aramaya odaklanmıştır. 1880 yılında David Edward Hughes tarafından yayınlanan ilk radyo sinyallerimiz, o günden beri 140 ışık yılı mesafe yol kat etti ve en az 75 yıldız sistemine ulaştı. Bu sistemlerden bazıları yaşanabilir gezegenlere ev sahipliği yapıyor olabilir. Eğer uzaylı zekâsı bu sinyal yayılma alanının ötesinde bulunuyorsa, oradan bakınca Dünya çok sessiz bir yer gibi görünecektir. Buna rağmen gezegenimizden yayılan görünür ışıkların dalga boylarının detaylı analizi ile gezegenimizin atmosferindeki oksijen zenginliğini tespit ederek Dünya'da yaşam olduğunu düşünebilirler. SETI kuruluşu ve yakın zamanda faaliyetlerine başlayan Breakthrough Listen projesi sayesinde sinyal tespit etme amacıyla on milyonlarca yıldızı taradık. Maalesef tüm bu çalışmalara rağmen geçtiğimiz 60 yılda zeki yaşama işaret eden tek bir iz bile bulamadık. İşte buna “Büyük Sessizlik” diyoruz. Ama karamsar olmak için henüz çok erken. Arayış daha yeni başladı. Pratik olarak inceleyebilmemiz için aşırı uzakta olan 2 trilyon gök ada daha bulunmakta. Eğer evren, Dünya'daki okyanusların toplamı kadar büyük olsaydı zeki yaşam işaretleri için aramış olduğumuz hacim bir bardağı bile dolduramazdı.



Uzaylı zekâsının da bizimki gibi sosyal yapı ile evrimleştiğini ve haberleşmeye istekli olabileceğini düşünmeye eğilimliyiz. Fakat iletişime geçme olasılığını çok tehlikeli veya anlamsız buluyor olabilirler. Örneğin hücrelerinin harici bir etkiye maruz kalmadığı sürece yaşlanarak ölmediği, sürekli büyüyerek karmaşıklaşan ve nihayetinde zeki bir organizmaya dönüşen bir varlık kendi dışında varlıklar aramaya veya iletişim kurmaya ne kadar yatkın olabilir. Belki de bunca zaman yanlış şeyi aradık ve artık arayışımızda artık daha yaratıcı olmamız gerekiyor. Şu soruyu sormalıyız: “Nasıl bir ileri uzaylı teknolojisini arıyor olmalıyız?”. Dünya dışı uygarlıkların, evrimleştikleri gezegen veya yıldız sistemi koşullarına göre aşırı derecede farklı olacağı kesindir. Aradığımız varlık karbon temelli bir yaşama sahip olmayabilir. Hatta hayatta kalma enerjisini kimyasal süreçlerle değil yıldızlardaki gibi nükleer reaksiyonlardan alıyor olabilir. Bu durumda tüm uygarlıkları kapsayacak bir sınıflandırma yöntemi geliştirmek oldukça zor olacaktır. Ancak enerji kullanımına göre sınıflandırma yapmak evrensel ölçekte mantıklı gibi görünüyor. Tükettikleri enerjinin büyüklüğü ne çeşit bir teknoloji kullandıkları konusunda bize ipucu verebilir.. 1964 yılında Nikolai Kardashev tarafından önerilen bir yöntem olan “Kardaşev Ölçeği” uzaylı uygarlıkları gelişmişlik bakımından 3 tipe böler.


- Tip I, kendi gezegeni üzerinde tam hâkimiyete sahiptir ve gezegen üzerinde bulunan tüm mevcut enerjiyi kullanabilir.


- Tip II, kendi yıldız sistemi üzerinde tam hâkimiyete sahiptir ve yıldızlarının yaydığı tüm enerjiyi kullanabilir.


- Tip III, kendi galaksisinin tamamı üzerinde tam hâkimiyete sahiptir ve benzetme yapacak olursak; bize, bizim amiplere olduğumuzdan daha yabancı olmaları çok muhtemeldir.


Burada aklınıza gelen ilk soru muhtemelen bizim hangi tip uygarlık olduğumuzdur. Sorunun cevabı ne yazık ki “hiçbiri”. Biz henüz kendi gezegenimizin tüm enerjisini kullanabilecek düzeyde bile değiliz. Peki üstün uzaylı teknolojilerini aramaya başlamadan önce bizimki gibi daha Tip 1'e bile ulaşamamış uygarlıkları nasıl bulabiliriz? Uzay boyunca haberleşmenin henüz bilmediğimiz pek çok yöntemi olabilir ve uzaylı uygarlıklar, radyo dalgalarını ilkel bir teknoloji olarak görüyor olabilirler. Bu yüzden gerçekçi olsun ya da olmasın her olası seçeneği göz önünde bulundurmalıyız. Derin uzayın karanlığında parlak ışıltıları bulmak nispeten kolay olsa da gelişmiş yaşam anlaşılması daha zor haberleşme yöntemleri kullanıyor olabilir. Örneğin Nötrino tabanlı haberleşme. Nötrinolar her bir saniye içimizden trilyonlarcası akıp geçen ufak atom altı parçacıklardır. Bu hayalet parçacıklar, gezegenlerin içinden tek bir atoma dahi temas etmeden geçebilirler. Mevcut teknolojimiz ile bunlardan sadece birkaç tanesini tespit edebilmek için sensörlerle dolu devasa odalara ihtiyaç duyuyoruz.



Japon araştırmacılar, yakın zamanda nötrino yayını ile haberleşmenin mümkün olduğunu 240 metrelik bir kayanın içinden bir mesaj yollayarak kanıtladı. Eğer gelişmiş yaşam nötrinoları iletişim amaçlı kullanıyorsa haberleşme sinyalleri, tüm engellerin içinden geçip her yere ışık hızında seyahat edebilir. Mesajları tam şu anda içimizden geçiyor olabilir ve biz bunun farkında olmayabiliriz. Veya belki de zeki yaşam, haberleşmeye tamamen farklı bir açıdan bakıyor olabilir. Uzay-zamanın ta kendisini bir araç olarak kullanıyor olabilirler. Yüksek kütle çekimine sahip cisimleri manipüle ederek teorik olarak, evrende her yöne yayılan uzay-zaman bozulmalarını meydana getirebilirler. Ancak tespit edilebilecek kadar kuvvetli kütle çekim dalgaları oluşturmak aşırı miktarda enerji gerekirdi. Bilim kurguya daha yakın olan bir diğer olasılık DNA'mıza mesajlar bırakmış olabilecekleridir. Bazı bilim insanları, gen dizilimlerimizin saklı mesajlar içeriyor olabileceğini ileri sürmüştür. Yaşam tasarlayan üstün bir zekâ tarafından genetik kodumuza bulmacalar yerleştirilmiş olabilir. Ancak bunun gibi uzak senaryolar, daha iç karartıcı bir olasılığın gölgesinde kalıyor. Belki de yanlış zamanda yanlış yerde bulunuyoruzdur. Belki de milyonlarca yıl önce buradaydılar ve tamamıyla farklı bir gezegenle karşılaştılar. Belki de galaksimiz bir zamanlar yaşamla doluydu ancak bir felaket veya yaşam sürecinin kendi doğası gereği bir sebeple hepsi tarih oldu ve bizler de gök ada ölçeğinde bir mezarlıkta yaşıyoruzdur. Teknolojileri ne derece gelişmiş olursa olsun; gama ışını patlamaları, süpernovalar ve asteroit çarpmaları gibi doğal olaylar karada yaşam süren her tür için risk faktörü olacaktır. Evrende ortaya çıkabilecek her uygarlık, bildiğimiz veya bilmediğimiz doğal kozmik tehlikelerle yüzleşmeye mahkumdur. Evrenin en temel kanunu olan entropi daima işleyecektir. Zaman bağımlı her yapay düzen müdahale edilmediği sürece bozulacaktır. Bu nedenle günün birinde bulacağımız şey onların sinyalleri değil kalıntıları olabilir.


- Uğur Öz -


Kaynaklar:

36 görüntüleme

Comments


bottom of page